Sandal Sefaları ve Baruthane eğlenceleriyle ün kazanmış.
Sakin dereler, çayırlar ve yeşillikler içindeki Göksu; Bizans İmparatorluğu döneminde, kutsal kuyular anlamına gelen ‘Potamonion' ve güzellikler anlamına gelen ‘Aretea' olarak adlandırılıyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, padişahların çok büyük ilgi gösterdiği Göksu; saltanat kayıklarıyla serenatların yapıldığı, İstanbulluların hafta sonları eğlendiği bir mesire yeri olarak kullanılıyor.
19. yüzyıl sonlarında yaygınlaşmaya başlayan orta oyunu temsilleri, genellikle Göksu'nun en gözde eğlence mekanı olan Baruthane Çayırı'nda sergilenmiştir. Baruthane Çayırı'ndan sonra, derenin sonu sayılan, ‘Dört Kardeşler' adı verilen yere geçilirmiş. Dört gövdeli haşmetli ve heybetli bir çınardan adını alan bu mevkide, meşhur bir kır kahvesi bulunuyormuş. O yıllarda tepeleri; çam, çınar ve çitlenbik ağaçları süslüyormuş. Mesire alanında, panayırlar kuruluyormuş. Her yerde, laternalar çalınıp, sirtaki oynanıyor, eğlence, ağaçlara asılan fenerlerin eşliğinde gece de devam ediyormuş.
Göksu Deresi, saltanat kayıklarıyla yapılan sandal sefaları ve Baruthane Çayırı'nda yapılan eğlenceleriyle ün kazanan bir bölgeymiş.
Tarihte Göksu
Bizans döneminde Göksu
Sakin derelerin bulunduğu, düz çayırlığın ardından ağaçlık tepelerin uzandığı bu bölgeye, Bizanslılar tarafından ‘Kutsal Kuyular' anlamına gelen ‘Potamonion' adı veriliyor, burada yer alan dere ise, güzellikler anlamına gelen ‘Aretea' diye isimlendiriliyor. Çayıra canlılık katan bu suların; günahlardan arındırıcı, hastalıklara şifa verici özelliklere sahip olduğuna inanılıyor. Bu nedenle, her bir su kaynağının başına, bir ayazma yaptırılıyor.
16. ve 17.yüzyıllarda Göksu
Fatih'in gazilerinden biri olan Salih Efendi'nin, dere yoluna bir çeşme yaptırdığı ifade ediliyor. Bölge, gür su kaynakları, verimli sebze bostanları ve bağlarıyla ün kazanıyor. Bu bostanların, özellikle patlıcanı çok meşhur oluyor. Nergis ve gül gibi zengin çiçek bahçeleriyle anılan Göksu'yu, padişahlar sıkça ziyaret ediyor. IV. Murad, Kandilli'ye doğru uzanan gür servi ormanları sebebiyle bölgeye ‘Gümüş Servi' adını veriyor.
18., 19. ve 20. yüzyıllarda Göksu
Göksu, 18 yüzyıldan itibaren, devlet erkanının ve Osmanlı ahalisinin sıkça uğradığı bir mekan oluyor. En haşmetli devrini ise, 1730′da çıkan Patrona Halil Ayaklanması'nda, Kağıthane mesiresinin harap olmasının ardından yaşıyor. Göksu Deresi, saltanat kayıklarıyla yapılan sandal sefaları ve Baruthane çayırında yapılan eğlenceleriyle ün kazanıyor. 19. yüzyıl sonlarında yaygınlaşmaya başlayan orta oyunu temsilleri, genellikle Göksu'nun en gözde eğlence mekanı olan Baruthane çayırında sergileniyor. Baruthane çayırından sonra, derenin sonu sayılan, ‘Dört Kardeşler' denen yere geçiliyor. Dört gövdeli haşmetli ve heybetli bir çınardan adını alan bu mevkide, meşhur bir kır kahvesi bulunuyor. O yıllarda tepeleri; çam, çınar ve çitlenbik ağaçları süslüyor. Mesire alanında, panayırlar kuruluyor. Her yerde laternalar çalınıp, sirtaki oynanıyor, eğlence ağaçlara asılan fenerlerin eşliğinde gece de devam ediyor. Aynı zamanda, 18. ve 19. yüzyıl'da Göksu'daki imar faaliyetleri hız kazanıyor. I. Mahmud döneminde, Küçüksu Kasrı inşa ediliyor. Küçüksu Camii, II. Mahmud tarafından yeni baştan yaptırılıyor.
Göksu Deresi
Anadolu Yakası'nın önemli akarsuyu olan Göksu Deresi, Anadoluhisarı ile Küçüksu semtleri arasında İstanbul Boğazı'na dökülüyor.